

Yazar: Sıla Topçam
İnsanlığın tarihi kadar eskidir masal anlatıcılığı. Birbirimizi hikayeler yoluyla anladık, tanıdık ve aramızdaki bağ güçlendi. Anlatıcılar, topladıkları masalları hafızalarının ve kalplerinin derinliklerinde taşıdılar ve bizlerle paylaştılar. Bir mağaranın içinde, bir ateşin başında, yanan bir soba etrafında ya da mum ışığının yanında.
Anlatıcılık, Anadolu’da çok yaygındır. Özellikle göçebe kültürde sözlü anlatım olduğundan masallar, efsaneler ve hikayeler önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı döneminde İstanbul’da meddahlar profesyonel anlatıcık yapmışlar ve kahvehanelerde ve meydanlarda sanatlarını icra etmişlerdir. Bunun yanı sıra gezgin masalcılar, masal anaları ve masal ataları da her daim masallarını anlatmışlardır.
Zamanla masal anlatıcılığı tam anlamıyla yok olmasa da usta- çırak ilişkisinin devam etmemesiyle ve bir meslek olarak icra edilememesiyle birlikte unutulmaya yüz tutmuştur. Sahne sanatları alanındaki değişmeler ve gelişmeler geleneksel tiyatronun gündelik hayatta sıkça karşımıza çıkmamasına yol açmıştır. Anadolu köylerinde, masallar anlatılmaya her zaman devam etmiştir ama büyükşehirlerde masal yalnızca kitaplarda karşımıza çıkan bir motif olmuştur.
2013 yılında, masal anlatıcılığı Türkiye’de yeniden canlanmıştır. Avrupa’da çok daha önce bir yeniden doğuş dönemine girmiş olan anlatıcılık yeniden büyükşehirlerde yaşamaya başlamıştır. Küçük salonlarda, kafelerde, kitabevlerinde, açık havada anlatılan masallar hem çocukların hem de yetişkinlerin ilgisini ve beğenisini kazanmıştır. Yalnızca geleneksel olarak değil çağdaş öğelerle modern bir sanat olarak da var olmaya devam etmektedir.